Modernist Hikaye Hangi Dönem? Toplumsal Cinsiyet, Çeşitlilik ve Sosyal Adalet Açısından Bir Bakış
İstanbul’un sokaklarında her gün farklı yüzler, farklı hayatlar, farklı hikayelerle karşılaşıyorum. Hangi toplu taşıma aracını kullansam, hangi kafeye gitsem, insanların yaşamları bir şekilde kesişiyor. Bu şehirde, bazen birbirini tanımayan insanlar arasında, bir bakışta kaybolan anlar var. Bunu düşündüğümde, modernist hikayenin hangi dönemde olduğunu sorgulamak daha da anlamlı hale geliyor. Modernizm, geçmişin kısıtlayıcı kalıplarından sıyrılmak, bireyin içsel dünyasına derinlemesine inmek adına bir devrimdi. Peki, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet perspektifinden bakıldığında, modernist hikaye hangi dönemi yansıtıyor?
Modernizm ve Toplumsal Cinsiyet: Kadın ve Erkek Arasındaki Farklar
Sokakta yürürken, kadınların bazen başlarını eğerek, bazen oldukça özgürce adımlarını attıklarını görüyorum. Bir gün, Kadıköy’de otobüs beklerken, yanında kocasıyla konuşan bir kadının sözlerine kulak misafiri oldum. “Herkes kadınların da erkekler gibi özgür olmasını ister ama her şey o kadar basit değil,” dedi. Bu cümle, modernizmin en çok derinlemesine inmek istediği alanlardan birine işaret ediyordu: Kadının toplumdaki rolü.
Modernizm, özellikle 20. yüzyılın başlarında, toplumsal cinsiyet rollerine karşı bir başkaldırıydı. Toplum, kadınları belirli bir çerçeveye yerleştirmeye çalışırken, modernist yazarlar bu sınırlamaları sorguladı. James Joyce, Virginia Woolf gibi yazarlar, kadınların iç dünyalarına inerek, onların kimlik mücadelesini ve toplumsal baskılarla olan ilişkilerini daha çok vurgulamaya başladılar. Toplumun dayattığı normlara karşı bir duruş sergileyen modernist hikayeler, kadının sadece dış görünüşüyle değil, içsel dünyasıyla da varlık gösterebilmesi gerektiğini ortaya koyuyordu.
Ancak, İstanbul’un sokaklarında gezinirken gözlemlediğim kadarıyla, hala toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle karşılaşıyoruz. Kadınların çoğu, kariyer hedefleri belirlerken ya da toplumsal bir rol üstlenirken, bir yandan da geleneksel aile yapısının baskısıyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bu, modernizmin hedeflediği değişimin hala tamamlanmadığını gösteriyor. O kadının otobüs durağındaki cümlesi de tam olarak bu gerçeği yansıtıyordu: Kadınların özgürlüğü, toplumda hala tartışılmaya devam ediyor.
Modernizm ve Çeşitlilik: Farklı Kimlikler ve Perspektifler
Modernist hikayeler, sadece bireysel kimlikleri değil, toplumun çok kültürlü yapısını da derinlemesine inceledi. Bir gün işyerimden çıkarken, birkaç arkadaşımın farklı etnik kökenlerden geldiği konuşmalarına denk geldim. Birinin Türk, diğerinin Kürt, bir başkasının ise Arap kökenli olduğunu öğreniyorum. Her biri, kendi kimliklerini farklı şekilde ifade ederken, modernizmin bu çeşitliliği nasıl yansıttığını düşünmeden edemedim.
Modernist dönem, edebiyat dünyasında sadece Batılı olmayan kültürlerin varlığını kabul etmekle kalmadı, aynı zamanda bu kültürlerin nasıl bir arada var olabileceği üzerine de düşündü. Çeşitli kimliklerin birleşmesi, modernizmin önemli bir parçasıydı. Tıpkı bizim sokakta gördüğümüz gibi, farklı kökenlerden gelen insanlar, birbirlerinin hayatlarına dokunuyor, birbirlerini anlayabilmek için çaba harcıyorlar. Bu çaba, modernist yazarlarda da vardı. Farklı kimlikler ve kültürler, bir araya geldiğinde yeni bir anlam ve anlayış üretebiliyordu.
Fakat bu çeşitliliğin hala tüm toplumda tam olarak kabul edilmediğini söylemek mümkün. Toplumda hâlâ bir “öteki” var. Bazı gruplar, farklılıklarını kamusal alanda rahatça ifade edebilse de, bazılarının bu hakkı hâlâ gasp ediliyor. Özellikle toplumsal cinsiyet ve etnik kökenler üzerinden devam eden önyargılar, modernizmin bu konuda sağladığı ilerlemeleri sorgulatıyor.
Modernizm ve Sosyal Adalet: Adaletin Peşinden
Sosyal adalet, modernizmin merkezinde yer alıyordu. Bir gün öğle tatilinde, işyerinden bir arkadaşım ile yürüyüşe çıkmıştık. Birden gözüm bir dilencinin üzerine takıldı. Kadın, yalnızca birkaç kuruş para almak için yoldan geçenlerden yardım istiyordu. O an içimde bir şey kıpırdadı, içimdeki sosyal adalet duygusu buna kayıtsız kalmamamı söylüyordu. Modernist düşünürler, adaletin sadece yasal bir kavram olamayacağını, sosyal yapıları da kapsaması gerektiğini savunuyorlardı. Bu kadın, toplumun dışına itilmişti, belki de onun gerçek hikayesine kimse vakıf olamıyordu. Modernizmin edebiyatındaki gibi, birinin içsel dünyası ve yaşadığı adaletsizlikler, genellikle dışarıdan bakıldığında görünmüyordu.
Modernist hikayeler, toplumsal eşitsizliği, ırkçılığı, sınıf farklarını ve diğer sosyal adalet meselelerini derinlemesine işler. Fakat sokakta gördüğümüz dilencinin durumu, hala adaletin çok daha fazla mücadele edilmesi gereken bir alan olduğunu gösteriyor. Adalet, her bireye eşit olarak sunulmadığı sürece, bu konu sadece kitaplarda değil, gerçek dünyada da hala çözülmesi gereken bir sorun olmaya devam ediyor.
Sonuç: Modernist Hikaye Hangi Dönem?
Modernizm, toplumsal cinsiyet, çeşitlilik ve sosyal adalet gibi konulara dair derin bir eleştiri getiren bir dönemi ifade eder. Ancak bu eleştiriler, bazen toplumun gerisinde kalabiliyor. İstanbul’un sokakları, toplumsal cinsiyetin, çeşitliliğin ve adaletin ne kadar hala tartışılmakta olduğuna dair gerçek birer örnek sunuyor. Her birey, modernizmin sunduğu özgürlüklerin ve eşitliğin ne kadar uzağında olduğunu kendi hayatında deneyimleyebiliyor. Modernist hikaye hangi dönemde? Bence, bu hala süregelen bir süreç. Her ne kadar 20. yüzyılın başları, modernizmin zirveye ulaştığı dönem olarak kabul edilse de, modernizmin temaları, her gün yaşadığımız toplumsal dinamiklerle devam etmekte.