Katılan Mahkemede Nerede Durur? Adaletin Sahnesinde Sadece Bir Figüran mı, Yoksa Gerçek Bir Aktör mü?
Adalet Arayışında Sessiz Bir Seyirci Olmak: Katılanın Trajik Rolü
Katılan… Yani suçtan zarar gören taraf. Adalet sistemimizin en kırılgan, en savunmasız figürlerinden biri. Mahkeme salonuna adım attığında elinde sadece yaşadığı acı vardır. Ama o salonda ona biçilen rol, çoğu zaman ne hakkını tam anlamıyla koruyabilecek kadar güçlü, ne de adaletin sahnesinde başrol olabilecek kadar etkili olur. Peki neden? Katılan dediğimiz kişi, gerçekten “taraf” mıdır, yoksa sadece prosedür gereği var olan bir izleyici mi?
Bu soruyu sormak zorundayız. Çünkü hukuk sistemimizin en temel paradokslarından biri burada yatıyor: “Katılan” sıfatı, adeta bir güç sembolü gibi görünse de, mahkeme salonunda çoğu zaman bu gücün zerresi bile hissedilmez.
Sanığın Karşısında, Yargının Gölgesinde: Katılanın Konumu
Katılan, duruşma salonunda genellikle müdafiinin yanında ya da arkasında oturur. Sanığın karşısına geçmesi, göz göze gelmesi çoğu zaman mümkün olmaz. Bu sadece fiziki bir yerleşim değil; aynı zamanda adalet anlayışımızın simgesidir. Çünkü katılan, adalet sahnesinde hep “arka planda” tutulur.
Bir düşünün: Bir cinayet davasında, hayatı altüst olmuş bir ailenin fertleri, mahkeme salonunda en arkaya sıkıştırılırken, sanık ortada, yargıçların tam karşısında, savcıyla eşit mesafede durur. Bu düzen, “devletin tarafsızlığı” adına yapılır ama aynı zamanda mağdurun sesinin kısılmasının da yolunu açar. Peki bu gerçekten adil mi?
Yasal Haklar mı, Kağıt Üzerinde Süs mü?
Katılanın kanunen birçok hakkı var gibi görünür: Duruşmaya katılabilir, delil sunabilir, tanık dinletebilir. Ama gerçekte bu hakların ne kadarını kullanabilir? İşte tartışma tam da burada başlar. Çünkü uygulamada katılanın sesi çoğu zaman yargılama pratiğinin gürültüsü içinde kaybolur.
Savcı devlet adına konuşur, sanık avukatı sanık için savaşır, yargıç dosyaya bakar… Peki ya mağdur? O sadece “katılan” sıfatıyla salonda bulunur. Kimi zaman tek bir cümle bile kuramaz. Bu da soruyu beraberinde getirir: Adalet, mağdurun sesi olmadan tam olabilir mi?
Adaletin Eşitliği: Gerçek mi, Yoksa Bir Masal mı?
Katılanın mahkemede durduğu yer, aslında sistemin mağdura biçtiği değerin bir aynasıdır. Eğer bir taraf arka planda tutuluyorsa, bu sadece fiziksel bir konum değil, aynı zamanda psikolojik bir mesajdır: “Sen bu davanın merkezi değilsin.”
Ama unutmayalım, suçun doğrudan muhatabı mağdurdur. Yani o dava, onun hikâyesidir. Buna rağmen sistem, mağduru sürekli olarak kenarda tutar. Bu da bizi rahatsız edici bir soruyla yüzleştirir: Yargı gerçekten “herkese eşit mesafede” mi duruyor, yoksa bazı sesler doğuştan itibaren daha az mı duyuluyor?
Değişim Zamanı: Katılan Sadece Bir İsim Olmamalı
Artık hukuk sistemimizin “katılan” kavramını yeniden düşünme zamanı geldi. Çünkü adalet sadece suçlunun cezalandırılmasıyla değil, mağdurun onarılmasıyla da ilgilidir. Mağdurun sesi duyulmadığında, adaletin de eksik kaldığını kabul etmeliyiz.
Mahkemede katılanın yeri, sadece fiziksel olarak değil, sembolik olarak da güçlendirilmelidir. Avukatının arkasında değil, yargının önünde yer almalıdır. Onun sözü, sadece dinlenmemeli, aynı zamanda ciddiye alınmalıdır. Aksi halde “katılan” kelimesi, adalet sahnesinde sadece bir yan rol olmaya mahkûm kalır.
Sonuç: Adalet Sahnesinde Figüran Değil, Başrol İstiyoruz
Bugün “Katılan mahkemede nerede durur?” sorusu, sadece bir oturma düzeni meselesi değildir. Bu, adaletin kim için ve nasıl işlediğini sorgulamanın tam kalbidir. Mağdurun sesi olmadan, adalet sadece eksik değil, aynı zamanda adaletsizdir.
Peki sizce de artık mağdurun sahnede yerini alma zamanı gelmedi mi? Adaletin terazisi, sadece sanık ve devlet arasında değil, mağdurun sesiyle de dengelenmeli. Çünkü adalet, en çok sesi en az çıkan için var olmalıdır.